Daha önce “Havana Sendromu” diye bir şeyi duymamış olabilirsiniz. “Sendrom” kelimesinden de anlayacağınız üzere, hoş bir şeyden bahsetmiyoruz. Bu bir fizikî rahatsızlık.
Uykusuzluk, işitme ve hafıza kaybı, denge ve konsantrasyon bozuklukları gibi belirtileri var. Bizim yazımıza konu olmasının sebebi Havana Sendromu’nu yoğun olarak yaşayanların 2010’lu yılların ortalarında Küba’da görev yapan Amerikalı diplomat ve istihbaratçılar olması. Havana Sendromu, esasen bir istihbarat operasyonu gibi görünüyor.
Son olarak Rusya kökenli “The Insider”, “Alman Der Spiegel” dergisi ve Amerikan CBS kanalının yaptığı 5 yıllık bir gazetecilik çalışmasının sonuçları, konuyu yeniden gündeme taşıdı.
Bulgular veya iddialar, Rus askeri istihbarat teşkilatının ABD’li yetkilileri hedef almak için radyo frekanslarını bir tür ‘akustik silah’ olarak kullandığı yönünde. Kremlin kendisine yönelik iddiaları elbette reddediyor.
Konu bu kadar gündemdeyken radyo dalgalarının beyinde nasıl bir hasar yaratabildiğini Nörolog Prof. Dr. Demet Özbabalık’a sordum. Prof. Özbabalık, en basit şekilde beyinde oluşan hasarı şöyle tarif ediyor:
Sonik ataklar
“Ses, bir maddenin moleküllerinin titreşmesi sonucu oluşan bir enerji dalgası. Ses eğer kulağı ve kulağın uzantısı olan denge alanlarını rahatsız etmiyorsa, beyin içindeki ses tanıma alanına kadar geliyor ve orada tanımlanıyor.
Örneğin geçen bir kamyonun sesini görmesek de algılayabiliyoruz; ama yüksek bir matkap sesi yüzümüzü buruşturmamıza sebep olabiliyor.
Çünkü normalde işittiğiniz ses frekansının dışında başka bir sese maruz kalırsanız, önce kulak kendini korumaya alıyor, eğer bu ses süreklilik taşıyorsa, kulak ve kulağın uzantısı olan beyin bölgesi bu koruma mekanizmasını kaybediyor, bu da kişide travma yaratıyor. Biz buna sonik ataklar diyoruz.”
Havana Sendromu’nda bahsedilen, elektromanyetik ve alışık olmadığımız bir ses. Prof. Özbabalık, “Bu çok yüklü ve periyodik olarak yüklü parçacıklar kulaktaki fizyolojik alanı bozmakla kalmıyor, daha sonra beyine girerek, denge organı beyincik, ya da denge organının dışındaki diğer ses tanıma organlarına zarar veriyor” diyor. Bu travmanın sonucu da bazen denge sorunu, bazen dikkat bozukluğu, bazen uykusuzluk, bazen de ‘hepsi birden’ oluyor.
Araştırma sonuçları
2016’dan bu yana, Küba’nın yanısıra Çin, Fransa, Polonya, Kırgızistan, Suriye gibi farklı ülkelerde çalışan bin 500’den fazla diplomat ve istihbarat yetkilisi, benzer şikayetlerle hastanelere başvurdu. Konu bu kadar ciddi ve esrarengiz olunca, yıllar içinde farklı gruplarla pek çok farklı araştırma yapıldı.
Prof. Özbabalık, 2018’de JAMA’da (Amerikan Tıp Dergisi) yayınlanan ve 21 kişi üzerinde yapılan bir araştırmayı hatırlattı.
Buna göre, araştırmaya katılanların yüzde 68’inde ilk etapta işitme, yüzde 71’inde denge problemleriyle karşılaşılmış.
Yüzde 17’si unutkanlık, yüzde 71’i uyku bozukluğu şikâyeti yaşamış. Yüzde 57’si baş ağrısı, yüzde 86’sı da görme bozukluğu şikayetiyle hastaneye gitmiş. Prof. Özbabalık’ın araştırmadan paylaştığı bir başka çarpıcı veri de şu:
“Bu 21 hastanın 14’ü emekli edilmiş. Çünkü bu hal, günlük yaşantınızı da alt üst eden bir etki yapıyor.
Üstelik ilacı da yok. Yapabileceğiniz en iyi şey maruz kalınan sesten uzaklaşmak.
Aksi halde yüklü ses titreşimi tekrarlanıyorsa, kalıcı semptomlara dönüşüyor.”
Başta da dediğimiz gibi, burada bir istihbarat savaşı varsa, semptomların görüldüğü kişiler bu mücadelenin kurbanları olmuş olabilir; ama Prof. Özbabalık bu meselenin istihbarat savaşlarının ötesinde günlük hayatımızı da etkileyen boyutları olduğunu anlatıyor. Örneğin şehir içinden geçen bir otoyol beynimizde tahminimizden çok daha büyük hasar yaratabiliyor.
Özetle uluslararası standartlara uygun olmayan kentleşme, toplumların fizyolojik ve psikolojik sağlığıyla doğrudan ilgili…